Borsayı bilenler bilir. Teknik analizin alfabesi trend çizgileri ile başlar. Trend çizgileri, piyasanın veya senedin yönünün nereye doğru olduğunu gösteren basit çizimlerdir.
Herhangi bir piyasadaki (örn; BIST) herhangi bir ürünün (örn; hisse senedi) ve genel anlamda piyasanın kendisinin yükselişte mi yoksa düşüşte mi olduğunun en kaba görsel ifadeleri olan trend çizgileri ve borsada kullanılan çeşitli formasyonların, genelde dünya siyaseti özelde ise Türkiye siyaseti için kullanılabileceğini de düşünüyorum.
Halihazırda siyaset disiplini içerisinde üretilen akademik literatürde büyük ve küçük politik olgular veri bilimi yardımıyla görselleştirilebiliyor.
Bu yazıyı elbette veri bilimi ve analizi yardımıyla desteklemek isterdim ancak bu alandaki yetkinliğim oldukça sınırlı.
Burada yapılan görselleştirmeler tamamen indî, subjektif ve spekülatif bir mahiyet taşımaktadır. Dolayısıyla bu grafikleri veri bilimi gözlüğü ile eleştiriye tâbî tutmak gerekecektir ve ehli de bunu yapmalıdır.
Yaptığım şey kısaca Türkiye’nin demokrasi serüvenini borsa terimleri ve jargonundan yardım alarak vulgarize etmeye çalışmaktır…
Demokrasinin, Türkiye özelinde yükselen bir trend kanalı içerisinde olduğunu düşünüyorum. Bunun anlamı, demokratik bilincin ve kurumsallaşmanın lineer olarak gelişmekte olduğudur. Kimileri için yarışmacı otoriterizmle katı otoriterizm arasında salınan bugünün Türkiyesi için bunu söylemek ‘gerçeklikten kopmak’ olarak değerlendirilecektir. Kadrajı gündelik siyasete odakladığınızda haksız bir tespit de sayılmaz. 2013’e göre 2023 Türkiye’sinin geride olduğu tespitine ben de katılıyorum. Bununla birlikte burada varsaydığım demokratik gelişme, uzun vadedeki panoramik demokrasi fotoğrafında görünmekte olandır.
Peki, gelelim kritik soruya… Uzun vadenin başlangıç noktası, kilometre taşı neresi olmalıdır?
Öncelikle Türkiye derken bunun Osmanlı dönemini de kapsadığını ifade etmekte fayda var. Buradan hareketle özellikle Avrupa ile yakın ilişki içerisinde bulunan Osmanlı’da hangi kerte demokratik trend çizgisinin başlangıcı olabilir, onu belirlememiz gerekiyor.
Avrupa için bu çizgi Atina Demokrasisi’ne kadar götürülebilirse de modern demokrasi ile arasındaki zamansal uçurum, bu iki desenin aynı çizgide olduğu kabulünden uzaklaştırıyor. Bunun için demokrasi öncesi ve modern demokrasiyi hazırlayan Rönesans, hümanizm ve Aydınlanma gibi büyük sosyolojik değişimlerden başlanması daha makul gelmektedir.
14. ve 17. yüzyıl arasındaki periyodu kapsayan Rönesans süreci, doğrudan modern demokrasiye neden olmasa da modern demokrasinin üzerinde yükseldiği halkın egemenliği, hukukun üstünlüğü, hümanizm gibi “anahtar fikirlerin” zemin bulduğu bir vetire olması hasebiyle başlangıç noktası addedilebilir. (Bu başlangıç noktası kimileri için yazının buluşuna kadar götürülebilir. Hiç şüphesiz tarihsel açıdan kayda değer, kültürel kümülasyona nitelik ve momentum kazandıran birçok nokta bulunmaktadır; dileyen start çizgisini oraya çekebilir. Ben, kendi siyasi tarihimiz için uzun, insanlığın tarihsel gelişimi için kısa bir trend kanalı belirlemek maksadıyla bu noktanın Rönesans olabileceğini düşünüyorum ve oradan başlatıyorum.)
Sözgelimi Rönesans’ın merkezi sayılabilecek Floransa şehir devletinde, vatandaşların karar alma süreçlerine dahil olabilecek bir sistemin gelişmesi, Atina’dan beri uykuda olan demokratik bilinci uyaran sarsıcı bir gelişmedir. Nitekim Fukuyama da “Siyasi Düzenin Kökenleri” kitabında Rönesans’ın sonunda modern liberal demokrasinin gelişmesine yol açacak bir sürecin başlangıcı olduğunu öne sürmektedir.
Peki Avrupa’da yaşanan mezkur büyük gelişmelerin Osmanlı’da yankısı ve etkisi ne zaman gözükmektedir? Bunun cevabını yüksek lisans tezimde Lale Devri olarak işaretlemiştim;
“İsmini, o dönemde güzel sanatların, edebiyatın ve Batılı reformların simgesi haline gelen Lale çiçeğinden alan Lale Devri, İran seferlerinde başarısız olunması ve bazı saray çevrelerinin ‘Frenk tarzına’ karşıtlığın neticesi olarak 1730 yılında bitmesine rağmen, yeni bir dünyevilik, aydınlanma, rasyonel bir araştırma duygusu ve liberal reform dönemini açmıştır.”
Frenk karşıtı gruplar Lale Devri’ndeki reformasyonun akim kalmasına neden olsa da “yenilik” III. Selim döneminde ivme kazanmış, Tanzimat Fermanı ile de ayyuka çıkmıştır. Tanzimat, birçok tarihçi açısından Osmanlı Rönesansı’dır.
Şu halde Avrupa’da yeşermeye başlayan hümanist fikirler, iki yüzyıl sonra Osmanlı’ya da intikal etmiştir. Binaenaleyh modern demokrasinin öncüsü olan fikirlerin zemin bulması start noktası olacaksa şayet, Osmanlı ve Türkiye özelinde bu başlangıcın Lale Devri olması gerekir.
Tekrar ediyorum; bu start tamamen keyfi kanaatimdir. Nitekim borsada da durum biraz böyledir. Trend çizgisi de fibonacci dizisi de yukarı doğru trendin başladığı noktadan itibaren alınır. Malum noktanın belirlenmesi keyfilik ve sübjektivite içerir; yükselen trend aşağı yukarı bir yerden başlatılır.
“Padişah III. Ahmed döneminde gerçekleşen Lale Devri, geleneksel olarak 1718-1730 tarihleri arasında yaşanan on iki yıllık süre olarak bilinse de III. Ahmed’in 1703 yılında tahta geçişiyle birlikte başlayan yenilikler dönemi olarak nitelendirildiğinde bu süre 27 yıl olarak değerlendirilebilir. Barış dönemi olarak da adlandırılan bu dönemde Avrupa ile ilk defa ciddi kültürel alışverişler yaşanmış, Batılılaşma (modernleşme) yönünde ciddi reform adımları atılmıştır.”
Lale Devri, Frankofon karşıtları tarafından akamete uğratılmışsa da reformasyon düşüncesi bir kere bünyeye zerk olunmuştur. III. Selim, eğitim, bürokrasi ve vergilendirme alanında birçok ıslahat yapmış, yeni bir ordu kurmuştur. Teknolojik ve bürokratik reformlara haklar teorisi ve hümanizm çerçevesinde yeni boyutlar katan Tanzimat Fermanı ile ıslahatçı anlayış devam etmiş; Meşrutiyetin ilanı ile tavan yapmıştır.
II. Abdülhamid’in meclisi kapatmasıyla mutlakiyetçi bir idareye dönüş, “demokrasi piyasasında” sert satışların meydana gelip seviyenin düştüğünü göstermektedir;
Grafikteki her yeşil mum Batılılaşma ve dolayısıyla modern demokrasiye yaklaşma konusunda yapılan reformları temsil ederken, kırmızı mumlar ise geriye gidişi ve yükselişin tersine döndüğü olayları imlemektedir. Örneğin I. Meşrutiyetin ilanı sonrası gelen ilk kırmızı mum, oldukça sınırlı ve zayıf da olsa temsil fikrinde geriye gidiş anlamına geldiği için meclisin kapatılması olayını temsil edebilir.
Şüphesiz bu geriye gidiş ve aşağı yönlü ivme, geri dediğimiz noktanın sözgelimi III. Selim noktasına kadar gittiği anlamına da gelmemektedir. Demokrasi trendi II. Abdülhamid dönemindeki mutlakiyetçi ve otoriter eğilimlerle satışlar yemektedir ancak hala yükseliş kanalındadır. Zira rejim fiilen mutlakiyetçi karakterde olsa da her yıl düzenli olarak yayınlanan salnâmelerde Kanun-u Esâsîye yer verilmesinden anlıyoruz ki meşruti görünümü şeklen ve teoride de olsa sürdürme gayreti vardır.
Bu 30 yıllık geri gidiş 1908’de İkinci Meşrutiyet’in ilanıyla son bulur. Hürriyet, adalet ve müsavat sloganları İslambol’u inletmektedir. 1908 ila 1913 arasında yaşanan bu kısa özgürlük vetiresinin karşısına İTC diktatörlüğü dikilir; temsiliyet ve halkın egemenliği bir satış daha yer. Ta ki I. Dünya Savaşı’nın bittiği 1918 sonrasındaki Kongre İktidarları ve Ankara Meclisi’ne (1920) kadar. Savaş şartlarında bile mecliste alınan her kararın müttefekun aleyh alınması önemli bir ivmelenmedir.
Grafiğin ilk mumlarına nazaran değişimin ve yönün daha hızlı ve sık olmasının nedeni, kitlesel iletişim araçlarındaki devasa yenilikler ve bunların yaygınlaşmasıdır. Durağanlığın sürekliliğine modern dünyada artık rastlanmamaktadır. İletişim hızlandıkça değişim potansiyeli artıyor. Zira hız arttıkça periyot kısalıyor.
Yeni cumhuriyetin kurulmasından sonra demokrasi trendi satışlar yese de yükselen trendinde kalmaya devam edecektir.
Modern demokrasi kanalının cumhuriyet evresindeki alım ve satışlarını bir sonraki yazıya bırakıyorum… Bu yazıyı esas için mukaddime varsayabiliriz.