Arabesque ve Protesto

Genetik mirası saymazsak, pederden kalan iki alışkanlığım var: Arabesk ve çay tüketimi. Kendisi koyu bir Orhancıydı rahmetlinin… Zift gibi çay (bir iki damla sıcak su ya var ya yoktu), sigara ve Orhan’ın şarkılarından oluşan trio, pederin kesif efkârının süreğen arka plan unsurlarıydı… Evet bu arka plan malzemelerinin hiçbiri hiçbir zaman asıl olamazlardı. Ne kadar fazla yer tutuyor görünüyor olsa da insan için aslolan her zaman zihnindeki müşevveşiyeti gidermek; sorularına cevap bulup, kendini teskin etmektir…

Müslüm’ü, Ferdi’yi, Cengiz’i, Hakan Taşıyan’ı da dinlerdi fakat bunları genelde Ankara’nın sürekli arabesk çalan radyolarından olan Megasite veya Aşk FM’i dinliyorsa dinlerdi. Husûsen, CD oynatıcı üzerinden bir şey açacaksa Orhan’ı çalardı. O zamanlar tabii MP3 CD’ler çok modaydı. Tamamı Orhan’ın parçalarından oluşan CD’leri vardı. Arabesk eşittir Orhan’dı…

Hoş, Orhan’ın kendisi, kendini arabeskçi olarak tanımlamaz. 1982’de yaptığı bir röportajda yaptığı müzik türünün arabesk olduğunu reddeder. O yıllarda bu tutum anlaşılabilir tabii. 80’ler, 90’lar ve hatta 2000’li yılların ortalarına kadar arabesk sıklıkla varoşluk ve lümpenlikle ilişkilendirilen bir müzik türüdür. Yüksek sanat çevrelerinde arabesk sanatçısı olarak anılmak Gencebay’ın rahatsız olduğu bir durum olmuş olabilir.

Orhan yaptığı müziğe ‘Türk müziğinin özgür icrası.’ der. Eh, arabesk de zaten Türk müziğinin ‘Arap esintileri’ taşıyan özgür icrası değil mi?

Arabesk, Arap müziği değildir zaten. Arap müziğinde ve özellikle Mısır müziğinde kullanılan ezgilerin olduğu, Doğu enstrümanlarının kullanıldığı, Türkiye’ye özgü bir müzik türüdür…

Arabeske dair ilk dönem sosyolojik analizlerin tamamı Kemalist entelijansiya ve akademyanın tasallutu altındadır. Bu analizlerin mahiyeti oldukça üstenci, provokatif, aşağılayıcı ve eleştireldir.

Arabesk, Türk sanat müziğinden acınası bir sapma olarak değerlendirilir. Uzun süre, köyden kente göçün sonunda oluşan gecekondu hayatı, dolmuş kültürü, varoşluk, lümpenlik, isyan ve kadercilikle ilişkilendirilerek, belirli bir sınıfa -özellikle alt sınıflara- hasredilir. 

‘En çok dinlenen müzik türü’ olan arabeskin belirli bir sınıfa ait bir müzik türü olduğu iddiası, müzik türü ile zeka arasında korelasyon kuran, belirli bir müzik türünü dinleyen insanların daha aptal/zeki olduğunu, bazı müzik türlerini dinlemenin IQ artırdığını iddia eden popüler bilim saçmalıklarına benziyor.

Bir tür müziği çok seviyor olmak, başka bir tür müziği de çok sevmeyi engellemiyordu. Gecekonduda yaşayanların ya da Güneydoğu’dan gelmiş ikinci kuşak göçmenlerin, arabeski şehrin başka bir kesiminde yaşayanlardan ya da farklı bir bölgeden olanlardan daha fazla tercih etmeleri söz konusu değildi. Belki de belirleyici olan, hem halk müziği hem de arabesk müziği tercih eden insanların oran olarak fazla olmasıydı. Müzikal tüketim kalıplarını belirlemenin zor olmasına ve tam olarak sayılara dökülememesine rağmen, (çünkü arabesk dinleyen ya da seven herkesin kaset alacak, koleksiyon yapacak parası olmayabilir) insanların aynı zamanda birkaç farklı müzik türünü dinlediğini ve kendilerini bu türlerle bütünleştirdiğini göstermektedir. Bu yüzden arabesk, bütün şehirde varolan belli bir grubun, sınıfın kültürel malı olarak tanımlanamaz.

Arabeskin gecekonduyla bağdaştırılması, müziği kimin ürettiği ve kimin dinlediği üstüne isabetli bir sosyolojik açıklama olarak değerlendirilmemeli, metaforik bir iddia olarak alınmalıdır.

Türkiye’de Arabesk Olayı – Martin Stokes

‘Arabesk dinleyenler vatan hainidir’ ve ‘Arabesk yavşaklığından utanıyorum’ diyen Fazıl Say’ın bu herzeleri savurma nedeni ‘Tersine Oryantalizmin’ yarattığı ‘miskin, cahil, iğrenç, dindar Doğulu’ imajıyla ilgilidir. Beyaz Türkler için arabesk, Doğuluların utandırıcı müziğidir.

Halbuki arabeskin ortaya çıkışı, birçok alanda patlayan Kemalist endoktrinasyon ve toplum mühendisliğinin, toplum ve müzik ilişkisinde de başarısızlığının sonucudur. Radyolarda TSM çalınmasını yasaklayan, insanların müzik zevkini ‘belirlemeye’ yeltenecek kadar totaliterlik sevdasında olan Kemalist iktidara karşı protestonun ta kendisidir. (Tabii burada kastettiğim, sınıfsal, proleter bir protesto değil.)

‘Arabesk, And dağlarından inenlerin Lima’da popülerleştirdiği Chicha ya da Fransa’daki Cezayir göçmenlerinin Rai müzikleri gibi iç göçün yarattığı, isyan vurgusu kuvvetli özgün bir sentez ve “şehirli” bir müzik biçimiydi.’

Arabesk, vatan hainliği, Türk Oryantalizmi – Şükrü Hanioğlu

Arabesk düşmanlığı, Arap düşmanlığıyla çok yakından ilişkilidir. Cumhuriyet sonrası gerçekleşen bütün devrimler Arabın dininden uzaklaşmak için yapılır. Arabı ve dinini hatırlatmasın diye, alfabe devrimi, gardrop devrimleri, müzik devrimi yapılır. Kimisi başarılı olur, kimisi fiyasko fakat temelde arabesk olana yani Arap esintisi taşıyan herhangi bir şeye olan düşmanlık, Arabın dininden uzaklaşmak maksadını taşır. O yüzden Özallı yıllarda sık sık arabesk müzik kültürü ‘irtica’ ile ilişkilendirilir.

Kafasına şapka takıp, bin yıldır kullandığı alfabeyi değiştirdiğinde ‘modernleşeceğini’ düşünen mukallid zarganaların yarattığı boşluğu halk, kendi ürettiği alternatiflerle doldurur. 

Arabesk olarak bilinen yeni müzik formunun yükselişinden başka hiçbir şey İslam ve ortak Osmanlı mirasını daha fazla belirtemezdi. Bu durum, Kemalist elitin husumetini yeniden alevlendirdi. Göçmenler yavaş yavaş büyük kent merkezlerine, Cumhuriyetçi muhafızların ebediyen tasfiye edildiğini düşündükleri “geleneksel” kültür ve müziği tanıttılar. Birçok Anadolu göçmeninin kafasında müzik, kıyafet ve edebiyat tercihleri, devletin resmî ve köklü bir biçimde farklı bir yüksek kültürü dayatmasına karşı bilinçli bir direniş ve isyandı. Arabesk şarkılar, Türkiye’nin henüz doğmuş kapitalist ekonomisinin geniş, fakat marjinalleştirilmiş kesimlerinin içinde yaşadığı modernleşmenin acı ve zorluklarını yansıtmaya girişti. Şarkılar yeni gelenlerin kendi ülkelerinde “yabancı” oldukları biçimindeki hissiyatını dillendirdi; şarkıların sözleri yoksulluk, sosyal akışkanlık ve yabancılaşmayı vurguladı. Müziğin diğer ortak bir teması ise kenti hem bir fırsat mahalli, hem de yozlaşma ve çözülme mekâni olarak sunmasıydı.

1990’ların başlarına kadar arabesk müzik, devlet radyo-televizyonlarında resmen yasaklandı, çünkü Kemalist devletin teşvik etmeye çalıştığından farklı bir kültürel normlar dizisi kullanıyordu.” Cumhuriyet rejimi, radyo vasıtasıyla tekbiçimli duyumsamalar ve zevkler oluşturmak için müziği bir araç olarak kullanmaya teşebbüs etti. Devlet radyosu, bir Avrupalı kimlik oluşturmaya ilişkin Kemalist gündemi Türklere kabul ettirmek için düzenli biçimde klasik Batı müziği yayınladı.” Ancak, kentli yoksul Türkler ya radyolarını kapattı, ya da kendi zevklerine daha yakın olan Mısır popüler müzik yayınlarına ayarladı. Kent hayatının İslamileşmesiyle birlikte, Osmanlı klasik müzik mirasını öne çıkaran yeni bir müzik formu gelişti. Arabesk şarkıcıların ikinci kuşağının kökleri köy kültüründe olsa da, Türkiye’de kırsal ve kentsel kültüre köprü olan melez bir müzik oluşturdular.’

Modernleşen Müslümanlar – Hakan Yavuz

Velhasıl, arabesk bir müzik türü olmaktan ziyade artık toplumsal ve kültürel bir varoluş biçimidir…

Arabesque ve Protesto” için 3 yorum

Yorum bırakın